III. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali: Sokağa Çıkan Sinema

 Seray Genç /

Charlie Chaplin’in 1936 yılında yaptığı Modern Zamanlar’ı 1929 büyük ekonomik yıkımı ve sonuçlarını anlatır. Üretimin otomasyonu, işçilerin çalışma koşulları, yemek, içmek gibi insani ihtiyaçların dahi vaktin nakit olduğunu savunan sistemin yeni buluşlarıyla kapitalist endüstrileşmenin vardığı noktadan anlatır. Kimi zaman büyük çarklar arasında tamirat yapan bir işçi, kimi zaman yemek yediren robotun denek işçisi ve kimi zaman da bant sisteminde vida sıkarak çalışan bir işçidir Şarlo bu filmde. Chaplin’in ileri görüşlülüğü Büyük Diktatör’de yeniden doğrulanacaktır ancak bu filmi izlediğimizde bugünün dünyasına dair bir film izleriz, hala… Şarlo sokağa da çıkar bu filmde. İronik bir dille aktarıldığı üzere düşen kızıl bir bayrağı taşırken de insanlar onun peşinden gideceklerdir. Chaplin’in niyeti bellidir. Yükselen ekonomik krize ilişkin yükselen bir muhalefeti Şarlo’nun meşrebince sinemaya yansıtır.

Sokağa çıkma çoğu zaman gerçekçilikle beraber anılır. Yeni gerçekçilerin kamerası sokağa, günün ışığı altında ve amatör oyuncularıyla çıkar. 2. Dünya Savaşı sonrası, yoksul Roma mahallelerinde geçen filmde uzun süredir işsiz Antonio, yeni işi için aldığı bisiklet çalınınca, oğluyla beraber sokaklarda aramaya başlar bisikletini. Yönetmen Vittorio De Sica’nın 1948 yılında yaptığı Bisiklet Hırsızları filmi, 2. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve yine bugüne dek pek çok ülke ve yönetmen sinemasını etkileyen, yeni sinema hareketlerinin oluşmasına neden olan İtalyan yeni gerçekçiliği için bir başlangıç filmi ya da manifesto filmi kabul edilir. Vittorio de Sica ile birlikte çalışan Bisiklet Hırsızları’nın senaristi Cesare Zavattini, öykü yerine gerçekliği arayan, araştıran bir sinemanın gerekliliğini belirtir.

Gerçeklik arayışı ve sinemanın görünür olmayan gerçeği görünür kılma çabası ve ticari sinemanın, televizyonun dışında kendine bir alan açmasına sinema tarihinden bir diğer örnek 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren ürünlerini veren İngiliz Özgür Sinema (Free Cinema)’dır. İngiltere emekçi sınıfının yaşam koşullarına, sorunlarına gerçekçi bir bakış taşır Özgür Sinema. “Gerçeklik, gerçek olan şeylerin değil, onların gerçekte ne olduklarının gösterilmesi işidir” diyerek filmler yapan Lindsay Anderson, Tony Richardson ve Karel Reisz bir yandan İngiliz Belgesel Okulu geleneğinden, dönemin politik atmosferinden etkilenirken günümüz İngiltere’sinin önemli yönetmeni Ken Loach’un sürdürdüğü bir geleneğin de parçası olurlar.

Sinema tarihinde yaşanan toplumsal ve ekonomik atmosfere paralel bir biçimde çoğu zaman dönemin ruhunu, siyasal düşünsel birikimini yansıtan filmlerle tarihi, toplumsal mücadeleler tarihini takip etmek mümkündür. 1960’lı yılların sonuna gelindiğinde Latin Amerika’da yazılı ve görsel manifestolarla ortaya çıkan Üçüncü Sinema hareketi en önemli görsel manifestosunu, Fernando Ezequiel Solanas ve Octavio Getino 1968 yılında Kızgın Fırınların Saati’yle gerçekleştirir. 1966 Arjantin’deki askeri darbe koşullarında yapılan gizli çekimleriyle, gizli gösterimleriyle, tartışmalarıyla, mektuplardan, söyleşilerden, belge görüntülerden yararlanarak Latin Amerika’nın ezilen halklarını, emekçilerini ve devrimcilerini anlatan Kızgın Fırınların Saati’nin bir amacı da izleyiciye yöneliktir. İzleyicinin pasif bir konumdan çıkmasını ister.

iff_afis_2008Türkiye’de emeği gören sinemanın örnekleri arasında; Ertem Göreç’in Karanlıkta Uyananlar’ı, Duygu Sağıroğlu’nun Bitmeyen Yol’u, 1970’lerle beraber Lütfi Akad’ın göç üçlemesini oluşturan “Gelin – Düğün – Diyet”i, Yılmaz Güney’in gerçekçi filmleri, Yavuz Özkan’ın Maden ve Demiryol filmlerini, Ömer Kavur’un Yusuf ile Kenan’ını ve yine Çukurova’da pamuk işçilerini anlatan Yılmaz Güney’in Endişe’si ve Erden Kıral’ın Bereketli Topraklar Üzerinde’sini saymak gerekir.

Bugün, ülkemiz ve dünya sinemasının bu önemli emekçilerinin izinden giderek filmler yapan ya da bu filmleri seyirciyle buluşturmak için alternatif dağıtım kanalları yaratma uğraşı verenlerin varlığı, etkili ve yaygın bir iletişim aracı olan sinemanın egemen değerleri üreten ticari örnekleri dışında bir eleştiri ya da muhalefet üretilebileceğinin de varlığına işaret eder. Gerçekten de bugün tiyatro salonlarının, sinema salonlarının bir bir kapandığı, alışveriş merkezlerinin bir bir açıldığı, kültürsüzleşmenin hakim kılındığı, emekçinin görünmez olduğu bir dönemden geçerken bu muhalefet daha da anlamlı olmaktadır.

İşçi Filmleri Festivali bu muhalefetin bir parçası olarak farklı ülke sinemalarından emeği gören ve sokağa çıkan bir sinemanın izinden giderek örneklerini seçti, seçiyor. Yine bu sinema tarzının temsil ettiği değerleri taşıyan sanatçı ve aydınların biyografilerine yer veriyor. 1 Mayıs tarihinden başlayarak emekçilerle sokaklara, meydanlara çıkıyor. Sinema, tarihinin başlangıcında olduğu gibi sokaktaki insanın ulaşabildiği, ulaşamayanlar için sinemanın gezdiği/gezdirildiği bir dönemi çağrıştırır biçimde İşçi Filmleri Festivalinin alternatif gösterim olanakları yaratma hedefi doğrultusunda işyerlerine, sokaklara, meydanlara… çıkıyor.

Fernando Solanas, 1968 yılından sonra 2000’li yılların başında yaşanan ekonomik krizle birlikte yeniden belgeseller yapmaya başladı. Arjantin’in krizine tarihsel bir bakış olan Yağma Anıları (Memoria del saguedo, 2004) umudu kaybetmediğini gösterircesine aktardığı direniş hikayelerinden oluşan Hiç Kimselerin Onuru( La dignidad de los nadies,2005) belgesellerinden sonra festival kapsamında ilk kez gösterilecek Uykudaki Arjantin (Argentina Latente, 2007) ülkesiyle ilgili üçlemenin son filmi olacak.

Neoliberalizmle beraber gelen özelleştirmeler, sosyal güvenlik haklarının budanması, çalışma koşullarının baskıcı bir nitelik kazanması, yoksul insanların yaşam koşullarını etkileyecek, yerlerinden edecek umarsız politikaların yürütülmesi, yeni bağımlılık ilişkilerinin üretilmesi ve bu siyasi ve ekonomik politikalara eşlik eden ırkçı, gerici söylemler günümüz kapitalizminin yansımalarıdır. Hindistan’da milyonlarca insanın yaşamını etkileyen baraj yapımını anlatan Boğulmak filminde, Borçlanma, Tavuk ve Yumurta filminde, Arka Bahçede Yıkım belgeselinde, Meksika’nın serbest bölgesini konu edinen Fabrikalar Kenti’nde (Maquilapolis), Kore’li sendikacıların gerçekleştirdiği Büyük Birader Bizi İzliyor’da, Tuzla Tersanesini mercek altına alan belge filmlerde bu sürece tanıklık ediyoruz.

İşçi Filmleri Festivalinde bu yıl Türkiye’nin yakın tarihine Fatsa’yı, Maraş’ı, Yeni Çeltek’i anlatan Unutturulanlar belge filmleri dizisiyle, 68’li gençlerin verdikleri mücadeleye ise Devrimci Gençlik Köprüsü’yle yakından bakıyoruz.

Devrimci Gençlik Köprüsü, 68’li gençlerin Zap suyuna yaptıkları köprünün Türkiye’deki eşitsizliklerin karşısına dikilen gençlerin hayallerini gerçekleştirme arzusunun somut hali oluyor. Belgeselde görüleceği üzere, bu köprüyü değerli kılan; o güne dek insanların ölümüne neden olan, hayatları zorlaştıran Zap’ın iki yakasını birleştirerek bu sürece son vermesi değildir sadece. Aynı zamanda orada yaşayan halk için Denizler’in yaptığı bir köprüye dönüşerek, bir dönemin ruhunun, kolektif iş yapma deneyiminin ve devrimci gençlerin memleket gerçekliğine dair ufuklarının açılmasının da sembolü de olur Zap köprüsü.

Bir yandan geçmişte ve günümüzde Afrika’da uygulanan sömürgeci politikaların nereye evrildiği Afrika sinemasın önemli ismi Osman Sembene’nin Borom Sarret’inden Darwin’in Kabusu’na uzanırken, bir yandan da bir kıtadaki değişimlerin emekçilerden yana olmadığını gözler önüne serer bu iki film. Tıpkı Orhan Kemal’in Bereketi Topraklar Üzerinde romanından Erden Kıral’ın aynı adlı filmine ve günümüze dek geçen sürede Çukurova’da yaşamın değiştiğini söyleyememiz gibi… Çukurova’yı anlatan iki film, Yılmaz Güney’in Endişe’si ve Erden Kıral’ın Bereketli Topraklar Üzerinde filmlerinde Çukurova’daki tarım işçilerinin durumu, belgesel görüntülerin de yer aldığı, gerçekçi biçimde betimlenir. Çukurova bereketli toprakların adıdır ve bereketli topraklar sömürünün de adı olur…

Sadece Afrika, sadece Latin Amerika, sadece Çukurova, sadece günümüz Tuzla Tersaneleri değildir işçi sınıfı mücadelelerinin geçtiği, işsizliğin, yoksulluğun hüküm sürdüğü coğrafyalar… İspanya’nın Kuzey’indeki Vigo tersanelerinde de durum farklı değildir. İşsizlikle mücadele etmeye çalışan eski tersane işçilerinin yaşam mücadelesini anlatan Güneşli Pazartesiler bize yaşanan deneyimleri aktarırken kapitalizmle beraber kaybolan insani değerleri de hatırlatıyor.

Şairin “güneşli günler göreceğiz çocuklar” deyişini akıldan çıkarmadan sinemaya yansıyan gerçekleri hep birlikte takip edebilmek dileğiyle…

(Bu yazı İşçi Filmleri Festivali Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Festival programı ve etkinlikler için:

festival.sendika.org

www.sendika.org